24 Eylül 2013 Salı

Yeni Akademik Yıl ve Düşündürdükleri

Merhaba,
Yeniden sizlerle birlikteyim sonunda.
Geçen hafta İlk ve Orta dereceli okullar bu hafta da diğer bazı üniversitelerle birlikte bizim Üniversitemiz_Boğaziçi de açıldı. Uzun bir aradan sonra genç öğretmen adaylarımla iki gün birlikte olmak enerjimi tazelemeye yetti. Onların kıpır kıpır meraklı halleri, heyecanları yanısıra sergiledikleri ders çakışma üzüntüleri ve bunu düzeltme çabaları görmeye değerdi. Bir kenera çekilip onların bu tatlı koşturmalarını izlemek hoştu doğrusu. Bu duygu, yıllarını öğretme aşkıyla geçirmiş ve geçirmekte olan eğitimciler için tanıdık bir duygu aslında ama herşeyi bitirip köşeye çekilene dek pek de dillendirilmiyor galiba. Ben bunu hâlâ yaşamaya ve yaşatmaya çalışan, uslanmaz bir öğrenme ve paylaşma aşığıyım. Benzer duyguların varlığını hissettiğim gençlerde öğretmenliğimin ilk yıllarını görmek, bunu duyumsamak beni tazeleyen şey belki de.
Öncelikle öğretmen olmamda ısrarcı olan sevgili anneme ve babama, sonrasında da beni yetiştiren öğretmenlerime minnettarım öğretmen olduğum için. Ve en son olarak da mesleği sevmeme katkı sağlayan herkese, en başta da değerli öğrencilerime. Şimdi çalışma yıllarımı elimden geldiğince uzun tutmaya çalışarak artık benim en büyük hobim haline gelmiş bu kutsal mesleği sürdürecek değerli gençleri yetiştirme çabasındayım, sağlığım ve koşullar elverdiğince...
Malûm artık herşey çok daha farklı. Yaşam tarzınız, giyiminiz, okuduğunuz gazete ve izlediğiniz TV kanalı bile sizin farklı kişilerce farklı yorumlanmanıza sebep olup alanınızda verimli işler yapmanızı bile şekillendirir oldu; engelliyerek ya da sizi göklere çıkartarak! Sizin ne kadar yetkin ve etkin olduğunuzu, alanınızdaki bilgi ve becerinizi bilip sizi kolluyanlar varsa, ne âlâ. Çok şanslı sayın kendinizi ve tadını çıkarın. Bir de tersiyse durum, vay halinize! Kendinizi çok farklı koşullar altında, farklı bir çalışma içinde ya da âtıl buluverirsiniz. "Eh emeklilik bu işte!" diyenler en çok kızdıklarım. Emeklilik çağı bence kişinin bir ömür boyu biriktirdiklerini gençlerle ve kendinden sonra gelenlerle paylaşma, ışıldama çağı. Tıpkı güneşin toprağa güç, bitkilere can vermesi gibi. Ancak çoğu yerde ne yazık ki bunun tersi oluyor, özellikle de ülkemizde. Oxford Üniversitesi'ni gezmeye gittiğimde her binadan hayli yaşlı hocaların çıktığını gördüğümde garipsemiştim, onların çağı geçmiş olmuyor mu İngilizlere göre diye düşünmüştüm. Deneyime verilen değer malesef gelişmiş ülkelere özgü. Bizde durum farklı, biraz yaşlanma belirtisi gösterdiniz mi artık boş bir çuval gibi atılma, kenara konma vaktiniz gelmiş demektir! Çocuklarınızla bile durum aynı. Çoğunluğa göre 25 yıl çalıştıktan sonra 2000'in ilk yıllarında köşeme çekilip rahatıma (!) bakmam gerekiyordu. Torun torbaya karışıp büyükanneliğin tadına varmalıydım. Yıllar sonra da bu mümkün. Şu an torunumla geçirdiğim saatler hayatımın en mutlu saatleri. Kendi canımdan, kendi kanımdan bir miniğe de birşeyler vermeye çalışabilmek. Onun için yeni oyunlar icat etmek ve bir çocuk gibi yuvarlanmak yerlerde. Ancaaaak; beynimizi ve vücudumuzu zinde tutmak için çalışmaya devam etmemiz gerek, taaa yeter olduğunu BİZ, KENDİMİZ hissedinceye kadar. Ben de öyle yapacağım.
Nereden nereye geldi söz, değil mi? İşte kantinin terasına oturup bunları geçirdim kafamdan dün. Gençleri izledim keyifle. Onlarla genç oldum, genç hissettim. Önlerindeki zorlu yılları düşündüm. Misyonları ve vizyonlarını geçirdim içimden ve hatta ilk dersimde de onlara bunları sordum. Misyonlarının; şu an yaptıkları herşey, tüm çabaları olduğunu ve gelecekte olmayı düşledikleri yere gelene kadar yani vizyonlarına ulaşana kadar neleri yapmaları gerektiği konusunda beyin cimnastiği yaptım onlarla. Farkındalık yaratmaktı amacım ve sonraki günlerde de hazırbulunuşluk düzeylerini yükseltmek! Şu an 103 öğrencim, diğer bir deyişle 103 genç öğretmenim var, bir dönem boyunca benimle çalışacak. Öyle şeyler yapmalıyız ki onlarla; mezun olup, çalışmaya başladıklarında gerçekleştirilebilir ve kendilerini mutlu hissettirecek hedefleri olsun kendilerince. Dostları, arkadaşları olsun birlikte proje oluşturup genele yayabilecekleri. Aydınlık düşünceler doldursun kafalarının içini, yürekleri rengarenk olsun, çiçek çiçek. Mutsuz başlamasınlar yaşama daha baharlarında. Kıpır kıpır olsunlar, kadın erkek ayrımı gütmeden, kaç-göç yaşamadan. Elele versinler dudaklarında gülücük ve bir de mırıldanılan şarkıyla.
İşte her yeni dönem başında ben böyle olurum dostlar: Kâh giderim çocukluk yıllarıma, dolaşırım Manisa'da, Kütahya'da, Balıkesir'de. Öğretmen olmaya çalıştığım günler geceler boyu okul bahçesinde kelime ezberleyen öğretmen adayı olurum İzmir'de. Sonra konarım birer birer okul bahçelerine Tuzla'nın, Göle'nin, Antep'in bir garip martı gibi, vatanı her yer olan denizli ya da denizsiz. Sonra çıkarım yurt dışına, uçarım farklı diyarlara, farklı dostlar bulurum kendime. Ayrı din, ayrı dil ve ayrı ırkta ama gönlü aynı benim gibi çarpan. Sarılırız sonra hep birlikte ortak dileğimize ve bir mabet olur yeryüzü hepimizin kutsal ülküsüne. Çırpınırız, çırparız kanatlarımızı, yavrularımızı uçurmak için göklere ve sonra... sonra ne olur bilemem! Hayırlısı olsun demekten başka birşey gelmez elimden.
Evet, işte ilk iki günün bendeki yansıması yukarda yazdıklarım. Bir de dönem sonu yazmalıyım yaşananları bir bir. Acısıyla, tatlısıyla paylaşmalıyım tanıklıklarımı. Bu arada umarım genç öğretmenlerim de açacak birer Blog ve paylaşacaklar duygularını, yaşanmışlıklarını ve de yaşayamadıklarını. Hepsi birer umut türküsü olacak dudaklarında, gelecek günlere kalan.
Şimdi vedâ etme vakti canlarım. Yarın belki yazarım, kim bilir belki de daha sonraki güne kalır yazıp paylaşacaklarım. Ancak şu kesin ki; sürecek ve anlatılacak hayallerim, umutlarım ve düşlerim. 
Hayal Köksal